31 Aralık 2009 Perşembe

2009 güzeldin ama artık zamanın geldi gitmelisin

İyi akşamlar benden hala umudunu kesmemiş biricik seyircilerim,

Evet belki uzun süredir yazmıyorum hatta en son 8 Kasım'da yazmışım düşünün ne kadar olmuş yani. Ama hiç düşündünüz mü niye bu kadar bekledi diye? Yok tabii ki ne düşüneceksiniz. Hatta bazı arkadaşlar "hevesini aldı artık yazmaz" dedi, duydum çok kırıldım. Ben ise uzun süre bekledikten sonra bari bir kaç gün daha bekleyim de şu güzel yılın son gününde blog dünyasına geri döneyim dedim, kötü mü ettim?

(Arada iki tek attık yazmaya devam ediyoruz)

2009 yılını da saatler sonra bitiriyoruz. Hayatımın geri kalanını etkileyecek bir yıl olması açısından benim için çok önemliydi. Neler oldu diye bakarsak, iyisiyle kötüsüyle değişikliklere gebe bir yıl. Mesela; lisans eğitimini bitirmek. 4 yıl uğraştık (!) didinik ama bitti yani. Sonra yüksek lisans yapma kararı ki kötü yönde etkilediğine dair şüpheler mevcut aklımda ve tabii ki en önemlisi O'nun hayatıma girmesi belki de geleceğe yönelik en büyük etkilerden biri de bu olacak kanımca. Umarım da öyle olur.

Neyse yılbaşı dileklerini kısa tutmak da fayda var umarız gelecek sene de bol bol yazarız yani :)

Burada bulunan Derya, Merve ve Mamut adına herkes yeni yıl dileklerimi iletiyorum. Ellerden, gözlerden öpüyorum.

Seviyorum valla...

8 Kasım 2009 Pazar

Pazar

İstanbul'da güzel bir pazar gününde karşınızdayım sevgili okurlar
Güzel bir uyku uyumak lazımdı bu uzun pazar günü için ve sanırım ben artık hazırım. Bugünün planı yoğun hatta üst üste gelen şeyler bile var ama umarım en yüksek verimle günü kapatacaz.
Kalkar kalkmaz çarşaf değiştirme işlemlerini gerçekleştirdim ve bilgisayarın karşısına oturdum Çağdaş efendinin uyanmasını bekliyorum o sırada size durumları anlatayım dedim.
Beyefendinin teşrifinden sonra şöyle büyük çapta bir ev temizliği planlıyoruz dün eksik bütün mühimmat temin edildi artık hazırız. Daha sonra iyi bir kahvaltı yaparız ee o zamana kadar saat zaten 4'ü bulur ve o andan itibaren de Chelsea-ManU maçını izlemek üzere tv başına kuruluruz. (Saat 3'te de Efes-Fener maçı varmış onu gözden kaçırmışım. Yani iki maçı da spormax'in veriyor olması lazım du bakim nasıl yapacaklar) (Evet bir düzeltme daha! Chelsea-ManU maçı 6'daymış. Yani 3-5 Efes maçı sonra 1 saatlik mola ve 6-8 Premier Lig maçı, e güzel )
O saatten itibaren biraz boş takılırız, biraz ders çalışırız sonra da duyduğuma göre hanımı bi sınavdan geçirmek lazımmış onları da hallederiz ki güzel güzel notlar alsın ki gelsin buralara.
Yalnız tekrar belirtmek istiyorum İstanbul'da hava muhteşem, çıkın, gezin, zıplayın, hoplayın yani hiç acımayın, yapın öyle şeyler.

Hadi ben burada sonlandırayım ki masanın tozunu alayım.
Hepinizi gözlerinden, hanımı dudaklarından öperim, sağlıcaklar dilerim...

4 Kasım 2009 Çarşamba

neydi, ne oldu?

Eveeet dün sabah haftayla ilgili planlarımı paylaşmıştım hatırlarsınız. Ne güzel hayallerdi onlar öyle değil mi?
Şimdi ise o planların son durumlarını maddeler halinde yazayim dedim;

Hava: Accuweather'in da söylediği gibi akşam saatlerine kadar çok güzel bir hava hakimdi İstanbul'da. Soğuk ama güneşli. Yani böyle gölgeden güneşe çıktığın anda insanın içini ısıtan bir güneş. Akşam saatlerine doğru ise hafif bir yağmur başladı. Çok az ıslandığım için şikayet etmiyorum bu yağmurdan.

Okul: Çağdaş beyin akşamdan başlayan okul satma potansiyeli sabah itibariyle tavan yaptı ve bir kaç sudan bahane uydurduktan sonra sabah ki derslere gitmeme kararı aldık ve unlu mamülden güzel simitler alıp iyi bir kahvaltı yaptık.

Merve: Çağdaş sabah servisini iptal etmiş olsa da öğleden sonra dersi için servis düzenledi ve ben ona da yamandım. Böylece taksim'e ulaşmam kolaylaştı. Okulda kendi ve benim işlerimi hallettikten sonra taksim'e iştirak eden merve hanımla buluşur buluşmaz aklıma diğer boş arkadaşım Derya geldi ve onu da aradık. O da gecikmeli de olsa aramıza katılacağını açıkladıktan sonra biz yemek yedik, dolandık biraz sonra Derya ve ayşe (mama) da aramıza katıldı. Onlar da yemek yedikten sonra mahmut da bize katıldı ve voltran'ı tamamlamış oldu tabii ki tek eksiğimiz vardı... (Neyse ki 2 hafta içinde o da katılacak aramıza) İşte herkes toplandıktan sonra oturduk Ara Cafe'de sıcak çikolatalarımızı içtik ve saatin tam trafik saati olduğunu fark edince de hemen kalktık ve ne görelim yağmur başlamış dışarıda neyse ki çok ağır bir şey değildi.

İşte anam gün ile ilgili ne planladım ne yaptım. Bu da ne kadar değişken biri olduğumu gösteriyor sanırım :P

Geçen hafta 29 ekim tatilinde ders çalışma ile ilgili güzel planlarım vardı ama cuma, cumartesi dersleri iptal edilince çok pis salmıştım. Ama bugün işleri ciddiye alma zamanı geldiğini fark ettim ve matematik ödevimi yaptım misler gibi. Haftasonu da umarım viscous çalışıp ödev yaparsam bir de matematik çalışırsam tadından yenmez kanımca...

Neyse anacım ben kaçar, hanım bekler sınav yapacam da :)

Herkesleri öper ve bu iletimi de burada sonlandırırım....

3 Kasım 2009 Salı

Paylaşmak kadar güzeli var mı...

Beğendiğim bir twit'i burada paylaşmak istiyorum. Kendisi @mythart tarafından yazılmıştır;

"farklı mecralarda yazdığım benzer 1 cümleye gelen tepkilere göre; facebook muhafazakar, twitter özgürlükçü, last.fm'in skininde değil, zaten"

Okul yolu düz gider...

Günaydın sevgili günlük (benim durumumda haftalık filan)

Saat 0800 (TSİ) itibariyle uyandım, inanması güç ama İstanbul günlük güneşlik ve ben bundan garip bi şekilde korkuyorum çünkü son bir kaç gündür hava o kadar rezil ki iyi bir hava olamaz yani imkanı yok. Söylentilere göre dün sabah saatlerinde de hava iyiymiş ama sonradan bozdu yine.
Neyse günün anlam ve önemine gelecek olursak, son 2 haftadır rezil olan okul düzenimi umarım bu hafta düzene sokacağım. Çünkü 2 haftadır adam gibi okula gitmiyorum, malum ilk hafta aşağıda yazan satırlara denk geldiği için katılamadım geçen hafta da 29 Ekim ve ardından gelen H1N1 virüsüne karşı gerçekleştirilen dezenfeksiyon işlemleri sebebi ile İTÜ ilk defa tatil oldu doğal olarak ben de okuldan iyice soğudum. Umarım bugün okula gidecem (evet küçük de olsa bi satma ihtimali var) ve okula yeniden ısınacam.
3 saatlik muhteşem (!!!) dersten sonra da aramızdan ilk işe giren kişi olan Merve hanım ile buluşarak umarım Mahmut'u da aramıza katarak çeşitli organizasyonlar planlamaktayız. (Öğrenci işlerine gitme, yemek yeme vs.)
Bu yayınımız da ileriye dönük ilk yayın olarak kısa blog tarihimize geçmiş bulunmaktadır. Siz şimdi dersiniz sabah sabah; "yazı yazacağına okul yoluna düşsene, evin cehennemin dibinde" diye. Valla arabasına yamanacağım ev arkadaşım sevgili Çağdaş efendiyi beklemekteyim şu anda.
Hadi kaçayım o zaman ben. O'na ayrı, size ayrı öpücük gönderdikten sonra bu yazıyı da sonlandırırım arkadaş...

Haydi selametle...

29 Ekim 2009 Perşembe

As You Wish...

Life is meaningless without you
Love can be such a beautiful torture
My heart breaks as I long for you
Love can be such lovely torture

Long time, no see

   Eveeeet çevremin de etkisiyle fark ettim ki burayı unutmuşum. Yani şöyle bir tahminle tam iki hafta önce yazmıştım son yazımı o da zaten kitap ile ilgiliydi. Yani hayatımla ilgili güncellemelerden maruz kalmış blogger sitesi., what a pity.

  Zaten o zamandan beri olanlar uzak kalmamın da sebebi oldu bir bakıma. O zamandan beri ne oldu dersek; önce babam geldi, daha doğrusu adam uğradı gitti, sonra geri geldi tekrar gitti filan. Bayağı otel olarak kullandı evi. Tabii kiranın da onun cebinden buraya geldiği düşünürse aslında o hancı, biz yolcuyuz bu sebepten de ses çıkaramadım çok sadece eli boş gelmesin diye baklava sipariş ettik, geldi yedik.
 
  Daha sonra ise olacak en güzel şey oldu, O geldi ve o andan itibaren hayatımdaki bir çok şey sıfırlandı. (sıfırlandı yanlış oldu ya. biz mühendisler nasıl deriz; "boyutsuzlaştırıldı") Çünkü istanbul bile gözüme farklı gözükmeye başlamıştı artık. Önceden de yaptığım şeyleri yaptım belki ama yanımda onun olması en çekilmez şeyi bile çekilebilir hale getirdi -zor da olsa- (bkz: 1. köprü trafiği) Ona da belirttim ama şimdi onun gitmesiyle artık her şey gözüme çok daha farklı gözükecek mesela boğazı izlemek o kadar çekici gelmeyecek veya trafikte kalmak olduğundan çok daha ızdırap dolu olacak. Ama pişman mısın deseniz, cevabım tabii ki "hayır" olacaktır. Hatta eklerim "bir daha olsun bir daha yaparım". Eğer onunla 4 gün bile bu kadar güzelse, hiç yaşamamak zaman kaybı olmaz mıydı? (evet tam şurada bi ara verdim, çikolata molası. tekrar O'nu anaraktan)

  Önümüzde bir de pazar günü var. Şu an belki bana yakın ama uzak.Pazar gününden itibaren ise uzak olacak o yüzden gelmesini istemiyorum o günün fakat tekrar görecek olmanın verdiği heyecan ise Pazar gününü iple çekmeme sebep oluyor. Şu anda Adana'da ailesinin yanında benim ise burada ders çalıştığımı düşünüyor. Evet evet çalışıyorum, benim olayım budur az az ders bol bol anlık yaratılan işler. Aslında o da bunu o kadar iyi biliyor ki bitirme sürecimi yakından tanık olmuş biri olarak.

 Bunlar dışında ne oldu derseniz ise. Aslında bir şey olmadı ya. Yani o gittikten sonra bir alışma süreci geçirdik filan. Sonra da zaten tatil geldi yani cumartesiyi de tatil sayarsak 6 günlük felaket bir tatil :) İTÜ tarihinde ilk defa tatil olmayan bir günü tatil ilan etti, beni benden aldı. Onun dışında ise kısaca BOŞ...

  Neyse bugünlük bu kadar yeter, söz veriyorum arayı soğutmayacam ama O gelirse sizi yolda görsem tanımam onu da belirteyim

Bunu yazan tosun, okuyan herkesi sever gözlerinden öper....

15 Ekim 2009 Perşembe

Adana'ya Kar Yağmış


  Blogumuzun ikinci postunu bir kitaptan yapmak istiyorum.
  Kitabın adı "Adana'ya Kar Yağmış - Adana Üzerine Yazılar". İletişim Yayınları tarafından piyasaya sürülmüş bir kitap. İçerisinde 26 adet yazı var, değişik kesimlerden Adanalılar tarafından yazılmış. Kitabı yani bu yazıları derleyen ise Behçet Çelik.



   İlk başlarda daha tarihe ve veriye dayalı yazılar olduğu için sarmasa da 7. yazıdan sonra bir anda yazıların içeriği değişti. Özellikle de Adana dışında yaşayan insanların Adana anıları ve özlemleri hükmedince yazılara ister istemez "Adana dışında yaşayan bir Adanalı" olarak kanı kaynıyor insanın hele de yürek burkan anılar girince işin içine insanın gözü doluyor ama otobüste okuyor olunca durduruyor insan kendini. Tabii bazen de otobüsün ortasında kitap okuyup gülen bir tipi de canlandırmıyor değilim, sonuçta Adana'dan, Adana insanından bahsediyoruz :)
   Uzun uzadıya yazabilirim ama farklı hikayeler, farklı insanlar olduğu için hangi birini değerlendireceğimi bilemem. Adana'lılar kesin okusun bence de diğer arkadaşlar bizim aldığımız zevki almayabileceği için çok anlam ifade etmeyebilir. Ama ben aşağıda iki farklı yazıdan birer kuple paylaşmak isterim.
   İlki Neslihan Cangöz tarafından yazılmış olan "Adana Erkeğe ve Küfre Kesmiştir" adlı yazıdan Adanalı ve küfür ile ilgili bir kısım;
"“Adana’da yeni bir dil öğrenmek” metafor değil aslında. Bu tapılası erkeklerin noktalama işaretleri rahatlığında kullandığı küfürleri öğrenmek ve maruz kalmamak için de ciddi mesailer harcamışımdır. Kadınlar her yerde küfrün doğal nesnesidir de, Adana’daki bu kendiliğindenlik, bu her cümlenin içine serpiştirme, bu yaratıcılık, canlı cansız, kıpırdayan, kıpırdamayan her şeye küfretme hali her yerde bulunmaz! Yolda yürürken, kendi halinde konuşarak geçen iki erkeğin “Bu aralar havalar da pek güzel” der gibi “a....na godduğumun...” diye neşe içinde sohbet ettiğini duyabilirsiniz. Erkekler küfrederken adeta herkesin kendine ait farklı bir dini, imanı, kitabı hatta Allah’ı varmışcasına “Allaana kadar” işi uzatır. Geçmiş yıllarda koalisyon ortağı olan Adanalı bir parti liderini silik bulan bazılarının ciddi bir analiz yapar edasıyla “büllüksüz çıktı bu da” dediklerine şahit olmuştum. Hani bazı filmlerde “eşşoğleşşek” gibi küfürlerin çokca yer almasından rahatsız olunuyor ya, emin olun rahatsız olanlar Adanalı değildir. Biz kaşımızı bile kaldırmayız bu kadarına, şerbetliyiz yani. Adana aslında erkeğe ve küfre kesmiştir. Çabuk öfkelenen ve küfre basan erkeklere karşılık kadınlar da, alttan almak, bazen görünmez olmak, erkekleri sinirlendirmemenin yollaını bulmak gibi hayat kurtaran bilgileri erken öğrenmektedir."

   İkinci olarak ise Ş. Mine Kılıç tarafından yazılmış "950 Kilometre" adlı yazının sonundaki "memleket" ile ilgili bir kaç satır. Bu Adanalıdan çok memleket kavramını yaşayan herkese hitap ediyor aslında;

  "İnsanın “memleketi” olması diye bir kavram varmış. Başı sıkıştığında gidebileceği, gittiğinde onu sevenlerinin beklediği, köklerinin atıldığı, tarihinin yazıldığı, ne olursa olsun onu olduğu gibi kabul eden memleketi... Memleketi olmak çok güzel bir durummuş. Herkese nasip olmazmış. Ne demeli ki? Değerini bilmek lazım..."
   Memleket kavramını yaşayan herkese hitap eder dedim ama Taçlı Yazıcıoğlu'nun "Herkes doğduğu yeri sever miymiş? Sevmek var, sevmek var. Anlamadınız, değil mi? Biliyorum. Bir tek Adanalı olsaydınız anlardınız."  cümlesini de göz ardı edemeyeceğim açıkcası. 

 (Muhterem bölüm arkadaşım Nurla'da blog'unda kitap incelemiş. Ona da buradan selamlarımı gönderiyorum. Sırası gelince o kitabı da okuruz diyorum)
Büyüklerimin elinden, küçüklerimin gözlerinden, A.'yı da dudaklarından öperim... 

13 Ekim 2009 Salı

hadi bakalım...

Şimdi bu blog dediğimiz twitter dediğimiz şeylerin hepsi Web 2.0 olarak adlandırılan şeyin bir parçası. Yani sıradan kullanıcıların da sanal ortama bir katkı yapmaları. Hani tüketim toplumu olmaktan çıkıp üretici moduna giriyorlar. Tabii bu üretilen şeylerin bir çoğu gereksiz. Bu cümleden sonra akla iki soru geliyor;
Birincisi; bırak üretsin, maliyeti yok bir şeyi yok diyebilirsiniz; e tamam da öncelikle üretenin zaman kaybı tabii bize ne ondan, bize tükettirdiği için bizim zaman kaybımıza ne diyeceksiniz peki?
İkincisi ise; gerekliye gereksize sen mi karar veriyorsun? Tabii ki hayır. Yani ben elimden geldiğinde seçerim tüketirim ama bazı şeyler var ki gerçekten gereksiz be arkadaş. Hani üretene bile sorsan, der ki; evet çok saçma oldu.

Böyle bir girişle ortama girişin soğukluğunu atmışımdır umarım sevgili seyirciler ( ne seyircisi lan, dün bir bugün iki) Gençliğimizde bizim de bir blogumuz vardı ama bakayim dedim bulamadım sanırsam server merver ölmüş. Bu sayfayı da uzun süre önce aldım ama bir türlü başlayamadım işte, toparlayamadım kendimi derken, bugünün tam günü olduğunu düşündüm (neden acaba?) Tabii benim boş blogumu bile takip listesine alan arkadaşa selam ederim.

Söyleyeceklerim vardı ama valla unuttum ya. İşte benim de böyle bi derdim var. Yani yazarken aklıma geliyor bir şeyler ama o konuya gelene kadar diğer konularda o kadar kayboluyorum ki unutuyorum diğerini. Neyse artık ya bizim de bi blogumuz var kafamıza estiğinde paylaşabiliriz değil mi?

Buralar size çok uzun geldiyse twitterımıza da bekleriz.

Büyüklerimin elinden, küçüklerimin gözlerinden, onu da dudaklarından öperim...