27 Aralık 2011 Salı

Nasıl yani?

1,5 yıldan sonra böyle mi dönülür bilemiyorum ama bu kadar etkileyecek bir şey olmamış demek ki hayatımda. Bu bölümü izlemiş olan tekrar izlesin ve o duyguları tekrar hissetsin, izlemeyen ise en baştan bu diziyi izlesin. 

Gelmiş geçmiş en iyi dizilerden biri diyebilirim çünkü... 




Belki de bu büyük bir geri dönüşün ilk adımıdır, kim bilir...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

24

     Buraya yazacaklarım tamamen 24'ün bitmesiyle oluşan içsesleri filan yansıtma ortamıdır ve tabii daha izlememişlere saygımdan dolayı orada paylaşamadıklarımdır.
Final bölümünü izlemediyseniz, 24'ü takip etmiyorsanız bence okumayınız. Kısaca okumayın bence ya :) Kendi başıma eğlenecem çünkü....

If I had listened to you, none of this would have happened.

    İşte bütün o 8 gün, arada yapılan "prequel"ler hatta neredeyse çekilen filmler bu sözün üstüne kurulu. Daha doğrusu söylenmeyen, söylenemeyen söz.

    Dün Lost'u izledik ve onun da sonuna geldik ama 24 ayrı koydu bana be. Yani neden böyle oldu bilmiyorum. Belki Lost bitti ama "ne oldu, nasıl yani" tarzı soruların cevaplarını vermekten geride bıraktığımızı anlamadık.

    24 ise farklıydı. Oldu ve bitti. Saat son defa gösterildi ama bu sefer geriye doğru saydı ve bütün o sessiz saatlerden bile daha çok koydu bana.


    24 bir yana bütün diziler bir yana benim için. Şu anda belki bir sürü dizi izliyoruz hepimiz, özellikle de Amerika kaynaklı.  İnternetin hızlanmasıyla ile birlikte burada yayınlanmasa bile indiriyoruz ve gerçek yayın saatinden saatler sonra izliyoruz veya sonradan toplu olarak elimize geçiyor ve 1 sezonluk (6 ay) diziyi 3-4 günde izleyebiliyoruz. Şu anda izlediğim neredeyse her dizi bir süre için de olsa hızlı aktı benim için ama 24 hep 1 hafta aralıkla kendini merak ettirerek yer etti.

   2002 yılıydı CNBC-E 24'ü yayınlamaya başladığında. Ben ilk tanıtımını gördüğümde oldukça ilgimi çekti (tabii ki "gerçek zaman" konseptiyle). Aynı şekilde babamın da ilgisini çekmiş ki saati geldiğinde hatırlatmam gerektiği emrini aldım. Yayınlandığı ilk günden itibaren 3 sene boyunca her Pazar günü saat 21:00'de TV başına oturulur ve gerçekten hayattan soyutlanmış biçimde 24 izlenirdi. Ben babamın bu kadar konsantre şekilde bir şey izlediğini görmemişimdir. Eğer sadece ikimiz varsak evde çalan telefonlar cevaplanmaz, başkası açtıysa da sonra arayacağını söylerdi. Benim üniversite kazanıp gelmem ve düzensiz hayat moduna geçmem benim takibimi etkilediği gibi gaza getiren biri olmaması da babamı kopardı sanırım. Neyse ben sonra interneti keşfettim ve heyecan kaldığım yerden devam ettim.

   Kısa bir flash-back yaptıktan sonra tekrar "final" ile ilgili düşüncelere dönmekte fayda var. Dönüyorum da neye dönüyorum değil mi? Adam yıllar/günler boyunca ülkesi için yapmadığı kalmadı ama söylenen laf "ülkeden gitmen hayrına olacaktır". Tabii Jack o anda bile ailesini düşünmekte.

   Bir efsane bitti ya. Yani gerçekten bitti. Bundan sonra sadece 2012 civarlarında sunulabilecek bir film ihtimali var. Onun dışında Jack Bauer yok artık. Sanırım hem bunun etkisi hem Jack'in maruz kaldığı muamele hem de Chloe'yi böyle görmek bana da çok pis koydu ya. Chloe belki de Jack'ten sonra bu dizinin en iyi karakteriydi. Herkesin hayatı boyunca isteyeceği bir yardımcı, dost, sağ-kol tarzı bir şeydi ve Jack'e karşı da boş değildi gibi geliyor bana. O aptal hallerin, yüzünü ekşiterek memnuniyetsizliğini belirtmen ve Jack'e sabrını çok özleyeceğiz be Chloe O'Brian.  (Farkındayım bu sadece bir dizi, neler görüyorsak o oluyor onun dışında tahminler yapmanın anlamı yok ama 24 farklıydı diyorum ya. Yaşıyordum ben onu, şahsen.)

   Friends'in 10 sezonunu 2-3 aylık bir sürede izledim sanırım ve son bölümü izlerken çok kötü olduğumu hatırlarım. Ama o an aklıma gelen şey, diziyi benim gibi 2-3 ayda izleyen değil de gerçekten 10 yılda izleyen insanlar ne haldeydi acaba. İşte ben o hissi 24'te yaşadım ve yaşıyorum.

   İçimde söyleyecek bir şeyler daha var hissediyorum yani yazmam lazım, koymam lazım onları buraya ama şu anda iç uyuşması ağır bastı. Bauer'in bir daha gelmeyeceğinin düşüncesi henüz oturmadı kanımca.

   İnternette uzun süredir dolaşan "Jack Bauer Facts" adlı yazılar bile Jack Bauer karakterinin ne kadar efsaneleştiğini gösteriyor sanırım. (ki Kiefer Sutherland'ı bile etkiledi ki adam hapisten çıkamıyor.)

God had to give Jack Bauer immunity on the sixth commandment "Thou shalt not kill". If he hadn't, Jack would've considered God to be a terrorist and God knows what happens to terrorists.

   Kiefer Sutherland'den açılmışken konu; Jack Bauer sesi artık insanlar üzerinde o kadar etkili ki Kiefer Sutherland sadece sesiyle bile bir sürü yapımda yer aldı. Ben ikisine denk geldim ve sesi duyduğum an kafada ışık yandı. Bunlardan biri Phone Booth adlı film (sezon finalindeki sniper sahnesi tam bir flash-back oldu) diğeri ise Call of Duty: World at War'da Sgt. Roebuck karakteri.

  Uzatıyorum biliyorum. Yani yazıyorum duruyor çıkmıyor hiçbir şey ama bırakmaya karar verince coşuyorum yine.

  Neyse Jack Bauer havasında bir "Drop your weapon" der giderim. Eserse yine yazarım sanırım 24 hakkında...

10 Mart 2010 Çarşamba

İşte geldim burdayım

Son yazımda şöyle bir cümle kullanmışım;


"Neyse yılbaşı dileklerini kısa tutmak da fayda var umarız gelecek sene de bol bol yazarız yani :)"


Evladım bir iki tane yaz bari sonra uzun süre yazma da insanlar inansın sana. O cümleyi kurmuşsun ondan sonra da 2,5 ay yazmamışsın mantıklı mı bu? Tabii ki sebeplerim var.


Öncelikle twitter denen şeye biraz daha ısınınca burada yazacak çok şey kalmıyor sanırım. Yani twitter'da günlük şeyleri yazabilirken burası daha büyüklerini hak ediyor gibime geliyor ama benim hayatımda da öyle aman aman bir değişiklik olmuyor. Ne bilim diğer arkadaşlarım gibi; keman çalmaya başlamadım mesela veya salsa  öğrenmeye de başlamadım hatta ve hatta şehir de değiştirmedim. Ben hala öğrencilik yaparaktan aynı monoton hayatı sürdürüyorum yani. Mesela bakın keman çalan arkadaş bir coştu her gün yazmaya başladı. Yok bugün ilk dersim şöyleydi yok şu keman virtüözünün konserine gidecem tarzında. (Bu arkadaşın bilgisayarını yenileyerek düzgün bir seviyeye çıkmış olmasını da hesaba katmakta fayda var)


Bakın yine bir söz vermeye çalışayım arada bir yazacam. Yani 1 hafta olur 2 hafta olur ama yazmakta fayda varmış onu hissediyorum çünkü her şey 140 vuruşa sığmıyor.


Hepinize esenlikler dilerken sevgilerimi de sunmayı unutmam.

31 Aralık 2009 Perşembe

2009 güzeldin ama artık zamanın geldi gitmelisin

İyi akşamlar benden hala umudunu kesmemiş biricik seyircilerim,

Evet belki uzun süredir yazmıyorum hatta en son 8 Kasım'da yazmışım düşünün ne kadar olmuş yani. Ama hiç düşündünüz mü niye bu kadar bekledi diye? Yok tabii ki ne düşüneceksiniz. Hatta bazı arkadaşlar "hevesini aldı artık yazmaz" dedi, duydum çok kırıldım. Ben ise uzun süre bekledikten sonra bari bir kaç gün daha bekleyim de şu güzel yılın son gününde blog dünyasına geri döneyim dedim, kötü mü ettim?

(Arada iki tek attık yazmaya devam ediyoruz)

2009 yılını da saatler sonra bitiriyoruz. Hayatımın geri kalanını etkileyecek bir yıl olması açısından benim için çok önemliydi. Neler oldu diye bakarsak, iyisiyle kötüsüyle değişikliklere gebe bir yıl. Mesela; lisans eğitimini bitirmek. 4 yıl uğraştık (!) didinik ama bitti yani. Sonra yüksek lisans yapma kararı ki kötü yönde etkilediğine dair şüpheler mevcut aklımda ve tabii ki en önemlisi O'nun hayatıma girmesi belki de geleceğe yönelik en büyük etkilerden biri de bu olacak kanımca. Umarım da öyle olur.

Neyse yılbaşı dileklerini kısa tutmak da fayda var umarız gelecek sene de bol bol yazarız yani :)

Burada bulunan Derya, Merve ve Mamut adına herkes yeni yıl dileklerimi iletiyorum. Ellerden, gözlerden öpüyorum.

Seviyorum valla...

8 Kasım 2009 Pazar

Pazar

İstanbul'da güzel bir pazar gününde karşınızdayım sevgili okurlar
Güzel bir uyku uyumak lazımdı bu uzun pazar günü için ve sanırım ben artık hazırım. Bugünün planı yoğun hatta üst üste gelen şeyler bile var ama umarım en yüksek verimle günü kapatacaz.
Kalkar kalkmaz çarşaf değiştirme işlemlerini gerçekleştirdim ve bilgisayarın karşısına oturdum Çağdaş efendinin uyanmasını bekliyorum o sırada size durumları anlatayım dedim.
Beyefendinin teşrifinden sonra şöyle büyük çapta bir ev temizliği planlıyoruz dün eksik bütün mühimmat temin edildi artık hazırız. Daha sonra iyi bir kahvaltı yaparız ee o zamana kadar saat zaten 4'ü bulur ve o andan itibaren de Chelsea-ManU maçını izlemek üzere tv başına kuruluruz. (Saat 3'te de Efes-Fener maçı varmış onu gözden kaçırmışım. Yani iki maçı da spormax'in veriyor olması lazım du bakim nasıl yapacaklar) (Evet bir düzeltme daha! Chelsea-ManU maçı 6'daymış. Yani 3-5 Efes maçı sonra 1 saatlik mola ve 6-8 Premier Lig maçı, e güzel )
O saatten itibaren biraz boş takılırız, biraz ders çalışırız sonra da duyduğuma göre hanımı bi sınavdan geçirmek lazımmış onları da hallederiz ki güzel güzel notlar alsın ki gelsin buralara.
Yalnız tekrar belirtmek istiyorum İstanbul'da hava muhteşem, çıkın, gezin, zıplayın, hoplayın yani hiç acımayın, yapın öyle şeyler.

Hadi ben burada sonlandırayım ki masanın tozunu alayım.
Hepinizi gözlerinden, hanımı dudaklarından öperim, sağlıcaklar dilerim...

4 Kasım 2009 Çarşamba

neydi, ne oldu?

Eveeet dün sabah haftayla ilgili planlarımı paylaşmıştım hatırlarsınız. Ne güzel hayallerdi onlar öyle değil mi?
Şimdi ise o planların son durumlarını maddeler halinde yazayim dedim;

Hava: Accuweather'in da söylediği gibi akşam saatlerine kadar çok güzel bir hava hakimdi İstanbul'da. Soğuk ama güneşli. Yani böyle gölgeden güneşe çıktığın anda insanın içini ısıtan bir güneş. Akşam saatlerine doğru ise hafif bir yağmur başladı. Çok az ıslandığım için şikayet etmiyorum bu yağmurdan.

Okul: Çağdaş beyin akşamdan başlayan okul satma potansiyeli sabah itibariyle tavan yaptı ve bir kaç sudan bahane uydurduktan sonra sabah ki derslere gitmeme kararı aldık ve unlu mamülden güzel simitler alıp iyi bir kahvaltı yaptık.

Merve: Çağdaş sabah servisini iptal etmiş olsa da öğleden sonra dersi için servis düzenledi ve ben ona da yamandım. Böylece taksim'e ulaşmam kolaylaştı. Okulda kendi ve benim işlerimi hallettikten sonra taksim'e iştirak eden merve hanımla buluşur buluşmaz aklıma diğer boş arkadaşım Derya geldi ve onu da aradık. O da gecikmeli de olsa aramıza katılacağını açıkladıktan sonra biz yemek yedik, dolandık biraz sonra Derya ve ayşe (mama) da aramıza katıldı. Onlar da yemek yedikten sonra mahmut da bize katıldı ve voltran'ı tamamlamış oldu tabii ki tek eksiğimiz vardı... (Neyse ki 2 hafta içinde o da katılacak aramıza) İşte herkes toplandıktan sonra oturduk Ara Cafe'de sıcak çikolatalarımızı içtik ve saatin tam trafik saati olduğunu fark edince de hemen kalktık ve ne görelim yağmur başlamış dışarıda neyse ki çok ağır bir şey değildi.

İşte anam gün ile ilgili ne planladım ne yaptım. Bu da ne kadar değişken biri olduğumu gösteriyor sanırım :P

Geçen hafta 29 ekim tatilinde ders çalışma ile ilgili güzel planlarım vardı ama cuma, cumartesi dersleri iptal edilince çok pis salmıştım. Ama bugün işleri ciddiye alma zamanı geldiğini fark ettim ve matematik ödevimi yaptım misler gibi. Haftasonu da umarım viscous çalışıp ödev yaparsam bir de matematik çalışırsam tadından yenmez kanımca...

Neyse anacım ben kaçar, hanım bekler sınav yapacam da :)

Herkesleri öper ve bu iletimi de burada sonlandırırım....

3 Kasım 2009 Salı

Paylaşmak kadar güzeli var mı...

Beğendiğim bir twit'i burada paylaşmak istiyorum. Kendisi @mythart tarafından yazılmıştır;

"farklı mecralarda yazdığım benzer 1 cümleye gelen tepkilere göre; facebook muhafazakar, twitter özgürlükçü, last.fm'in skininde değil, zaten"