26 Mayıs 2010 Çarşamba

24

     Buraya yazacaklarım tamamen 24'ün bitmesiyle oluşan içsesleri filan yansıtma ortamıdır ve tabii daha izlememişlere saygımdan dolayı orada paylaşamadıklarımdır.
Final bölümünü izlemediyseniz, 24'ü takip etmiyorsanız bence okumayınız. Kısaca okumayın bence ya :) Kendi başıma eğlenecem çünkü....

If I had listened to you, none of this would have happened.

    İşte bütün o 8 gün, arada yapılan "prequel"ler hatta neredeyse çekilen filmler bu sözün üstüne kurulu. Daha doğrusu söylenmeyen, söylenemeyen söz.

    Dün Lost'u izledik ve onun da sonuna geldik ama 24 ayrı koydu bana be. Yani neden böyle oldu bilmiyorum. Belki Lost bitti ama "ne oldu, nasıl yani" tarzı soruların cevaplarını vermekten geride bıraktığımızı anlamadık.

    24 ise farklıydı. Oldu ve bitti. Saat son defa gösterildi ama bu sefer geriye doğru saydı ve bütün o sessiz saatlerden bile daha çok koydu bana.


    24 bir yana bütün diziler bir yana benim için. Şu anda belki bir sürü dizi izliyoruz hepimiz, özellikle de Amerika kaynaklı.  İnternetin hızlanmasıyla ile birlikte burada yayınlanmasa bile indiriyoruz ve gerçek yayın saatinden saatler sonra izliyoruz veya sonradan toplu olarak elimize geçiyor ve 1 sezonluk (6 ay) diziyi 3-4 günde izleyebiliyoruz. Şu anda izlediğim neredeyse her dizi bir süre için de olsa hızlı aktı benim için ama 24 hep 1 hafta aralıkla kendini merak ettirerek yer etti.

   2002 yılıydı CNBC-E 24'ü yayınlamaya başladığında. Ben ilk tanıtımını gördüğümde oldukça ilgimi çekti (tabii ki "gerçek zaman" konseptiyle). Aynı şekilde babamın da ilgisini çekmiş ki saati geldiğinde hatırlatmam gerektiği emrini aldım. Yayınlandığı ilk günden itibaren 3 sene boyunca her Pazar günü saat 21:00'de TV başına oturulur ve gerçekten hayattan soyutlanmış biçimde 24 izlenirdi. Ben babamın bu kadar konsantre şekilde bir şey izlediğini görmemişimdir. Eğer sadece ikimiz varsak evde çalan telefonlar cevaplanmaz, başkası açtıysa da sonra arayacağını söylerdi. Benim üniversite kazanıp gelmem ve düzensiz hayat moduna geçmem benim takibimi etkilediği gibi gaza getiren biri olmaması da babamı kopardı sanırım. Neyse ben sonra interneti keşfettim ve heyecan kaldığım yerden devam ettim.

   Kısa bir flash-back yaptıktan sonra tekrar "final" ile ilgili düşüncelere dönmekte fayda var. Dönüyorum da neye dönüyorum değil mi? Adam yıllar/günler boyunca ülkesi için yapmadığı kalmadı ama söylenen laf "ülkeden gitmen hayrına olacaktır". Tabii Jack o anda bile ailesini düşünmekte.

   Bir efsane bitti ya. Yani gerçekten bitti. Bundan sonra sadece 2012 civarlarında sunulabilecek bir film ihtimali var. Onun dışında Jack Bauer yok artık. Sanırım hem bunun etkisi hem Jack'in maruz kaldığı muamele hem de Chloe'yi böyle görmek bana da çok pis koydu ya. Chloe belki de Jack'ten sonra bu dizinin en iyi karakteriydi. Herkesin hayatı boyunca isteyeceği bir yardımcı, dost, sağ-kol tarzı bir şeydi ve Jack'e karşı da boş değildi gibi geliyor bana. O aptal hallerin, yüzünü ekşiterek memnuniyetsizliğini belirtmen ve Jack'e sabrını çok özleyeceğiz be Chloe O'Brian.  (Farkındayım bu sadece bir dizi, neler görüyorsak o oluyor onun dışında tahminler yapmanın anlamı yok ama 24 farklıydı diyorum ya. Yaşıyordum ben onu, şahsen.)

   Friends'in 10 sezonunu 2-3 aylık bir sürede izledim sanırım ve son bölümü izlerken çok kötü olduğumu hatırlarım. Ama o an aklıma gelen şey, diziyi benim gibi 2-3 ayda izleyen değil de gerçekten 10 yılda izleyen insanlar ne haldeydi acaba. İşte ben o hissi 24'te yaşadım ve yaşıyorum.

   İçimde söyleyecek bir şeyler daha var hissediyorum yani yazmam lazım, koymam lazım onları buraya ama şu anda iç uyuşması ağır bastı. Bauer'in bir daha gelmeyeceğinin düşüncesi henüz oturmadı kanımca.

   İnternette uzun süredir dolaşan "Jack Bauer Facts" adlı yazılar bile Jack Bauer karakterinin ne kadar efsaneleştiğini gösteriyor sanırım. (ki Kiefer Sutherland'ı bile etkiledi ki adam hapisten çıkamıyor.)

God had to give Jack Bauer immunity on the sixth commandment "Thou shalt not kill". If he hadn't, Jack would've considered God to be a terrorist and God knows what happens to terrorists.

   Kiefer Sutherland'den açılmışken konu; Jack Bauer sesi artık insanlar üzerinde o kadar etkili ki Kiefer Sutherland sadece sesiyle bile bir sürü yapımda yer aldı. Ben ikisine denk geldim ve sesi duyduğum an kafada ışık yandı. Bunlardan biri Phone Booth adlı film (sezon finalindeki sniper sahnesi tam bir flash-back oldu) diğeri ise Call of Duty: World at War'da Sgt. Roebuck karakteri.

  Uzatıyorum biliyorum. Yani yazıyorum duruyor çıkmıyor hiçbir şey ama bırakmaya karar verince coşuyorum yine.

  Neyse Jack Bauer havasında bir "Drop your weapon" der giderim. Eserse yine yazarım sanırım 24 hakkında...

Hiç yorum yok: